Merhaba sevgili okuyucularım! Bugün sizinle İngilizce öğrenirken hepimizin karşısına çıkan, bazen kafamızı karıştıran ama aslında dilin ruhunu yakalamamızı sağlayan çok özel bir konudan bahsetmek istiyorum: İngilizce deyimler ve atasözleri!

Sadece kelimelerin anlamını bilmek yetmiyor, değil mi? Özellikle yabancı bir dilde iletişim kurarken, “Her sözcüğü anlıyorum ama cümlenin tamamı bana bambaşka bir şey söylüyor gibi hissediyorum” dediğiniz anlar mutlaka olmuştur.
İşte o anlarda karşımıza çıkan, adeta dilin gizli şifreleri gibi duran deyimler ve atasözleri, aslında İngilizceyi ana dili gibi konuşanların dünyasına açılan birer kapı.
Günümüzün küreselleşen dünyasında, yapay zekanın bile bazen çevirmekte zorlandığı bu incelikler, sizin iletişiminizi bir üst seviyeye taşıyor. Benim de ilk İngilizce öğrenme maceramda en çok zorlandığım ama bir o kadar da keyif aldığım kısımdı bu.
Sanki herkesin bildiği ama bana kimsenin söylemediği gizemli bir dil varmış gibi hissederdim. Ama bu ifadelerin sırrını çözdükten sonra, sadece konuşmam değil, İngilizce düşünebilme becerim de bambaşka bir boyuta geçti.
Bu sayede filmleri, şarkıları ve hatta iş görüşmelerini çok daha derinlemesine anladığımı fark ettim. Peki, bu renkli dünyanın tüm inceliklerini keşfetmeye hazır mısınız?
Bu yazıda, İngilizce deyimlerin sadece birer ifade olmadığını, aynı zamanda kültürel birer köprü görevi gördüğünü, en güncel örneklerle ve kendi deneyimlerimle harmanlayarak sizlere sunacağım.
Emin olun, bu bilgilerle İngilizce iletişiminizde kendinize olan güveniniz katlanarak artacak. Haydi, bu büyüleyici dünyaya yakından bakalım!
Dilin Gizli Kodlarını Çözmek: İlk Adımlarınız
Neden Deyimler ve Atasözleri Bu Kadar Önemli?
İngilizce öğrenmeye başladığımızda genellikle gramer kurallarına ve kelime dağarcığına odaklanırız. Elbette bunlar temel taşlar, olmazsa olmazlar. Ancak belli bir seviyeye geldikten sonra “Acaba neden hala tam olarak anlayamıyorum?” veya “Neden konuştuğumda kendimi bir robot gibi hissediyorum?” diye düşündüğümüz anlar olur.
İşte tam da bu noktada, dilin ruhunu, o kültürün espri anlayışını, bakış açısını yansıtan deyimler ve atasözleri devreye giriyor. Benim de ilk zamanlar en çok zorlandığım konuydu bu.
Bir kelimeyi biliyorum, diğerini de… Ama bir araya gelince bambaşka bir şey söylüyorlar! “It’s raining cats and dogs” dediklerinde gerçekten kedi köpek yağıyor sanmıştım, düşünsenize!
Oysa bu, sadece “bardaktan boşanırcasına yağmur yağıyor” demek. Bu tür ifadeler, hem dilin derinliğini anlamamızı sağlıyor hem de ana dili İngilizce olan kişilerle daha samimi ve doğal bir iletişim kurmamızın kapılarını aralıyor.
Kendi deneyimimden yola çıkarak şunu söyleyebilirim ki, deyim öğrenmeye başladığımda sanki İngilizceyi yeniden keşfetmiş gibi hissettim. Artık sadece cümle kurmuyor, adeta resim çiziyor gibiydim.
Anlatmak istediklerim daha renkli, daha vurucu olmaya başlamıştı. Deyimler kalıplaşmış söz dizileri olduğu için, içindeki herhangi bir kelimeyi değiştirdiğinizde anlam bütünlüğü kaybolur.
Bu da onları gerçekten özel kılıyor.
Deyimlerin Kültürel Köprü Rolü
Her dil, konuşulduğu kültürün bir yansımasıdır. İngilizce deyimler de tıpkı Türkçedeki “eli kulağında” veya “etekleri zil çalmak” gibi, o toplumun yaşayış biçiminden, tarihinden, hatta mizah anlayışından izler taşır.
Bu yüzden deyimleri öğrenmek sadece kelime ezberlemek değil, aynı zamanda İngiliz ve Amerikan kültürünü de anlamak demektir. Benim en sevdiğim kısımlardan biri, bir deyimin arkasındaki hikayeyi öğrenmekti.
Örneğin, “break a leg” ifadesini ilk duyduğumda birine neden bacak kırmasını isteyeyim ki diye düşünmüştüm. Sonradan bunun “bol şans” anlamına geldiğini ve kökeninin tiyatro dünyasına dayandığını öğrendiğimde, adeta bir ampul yanmıştı kafamda.
Bu tür bağlantılar kurmak, deyimleri unutulmaz kılıyor ve aynı zamanda kültürel bir empati geliştirmemizi sağlıyor. Sadece dil öğrenmiyor, bir kültürün kalbine dokunuyorsunuz.
Bu da size inanılmaz bir konuşma özgürlüğü ve özgüven sağlıyor, zira artık sadece kelimelerin değil, o kelimelerin taşıdığı anlamın da farkındasınız. Bu yüzden, deyimleri sadece birer ezber aracı olarak görmeyin; onları keşfedilecek birer hazine olarak düşünün.
Günlük Hayatta Karşımıza Çıkan Renkli İfadeler
Sabah Kahvesi Yanında Öğrenecekleriniz
Güne başlarken, etrafınızdaki dünyaya biraz daha dikkatli baktığınızda, İngilizce deyimlerin ne kadar iç içe olduğunu fark edersiniz. Örneğin, “A piece of cake” dediğimizde, aklımıza gelen ilk şey genellikle tatlı bir dilim pasta olur.
Oysa İngilizcede bu ifade, “çok kolay” veya “çocuk oyuncağı” anlamına gelir. Bir işin basit olduğunu anlatmak için bundan daha iyi bir yol olabilir mi?
Ya da “Once in a blue moon” dediğimizde, Türkçe’deki “kırk yılda bir” veya “çok nadiren” ifadesinin birebir karşılığını buluruz. Şahsen ben bu ifadeyi öğrendiğimde, “Vay be, bizim dildeki karşılığı da aynısı gibi, demek ki kültürler arası benzerlikler de varmış” diye düşünmüştüm.
Bu da bana dil öğrenmenin sadece farklı kelimeler ezberlemek değil, aynı zamanda farklı düşünce biçimlerini de keşfetmek olduğunu bir kez daha gösterdi.
Sabah kahvenizi yudumlarken bir arkadaşınızla sohbet ederken ya da bir podcast dinlerken bu tür ifadelerle karşılaşmak, hem öğrenme sürecinizi hızlandırıyor hem de çok daha keyifli hale getiriyor.
Sosyal Medyada Karşılaşacağınız Popüler Deyimler
Günümüzün hızla değişen dünyasında sosyal medya, yeni deyimlerin ve ifadelerin de doğuşuna sahne oluyor. Elbette bazı klasikleşmiş deyimler hala popülerliğini koruyor.
Örneğin, “to spill the beans” ifadesi, “sırrı ifşa etmek” veya “baklayı ağzından çıkarmak” anlamına gelir. Bir arkadaşınızın heyecanla size bir sırrı anlattığını ve sonra “Oops, I spilled the beans!” dediğini hayal edin.
Anında ne demek istediğini anlarsınız, değil mi? Ya da “under the weather” deyimi, “kendini iyi hissetmemek” veya “hasta gibi hissetmek” durumlarında kullanılır.
Geçen gün bir arkadaşım durum güncellemesinde “Feeling a bit under the weather today” yazmıştı, hemen geçmiş olsun dileklerimi ilettim. Bu tür günlük ve popüler ifadeleri bilmek, hem sosyal medya paylaşımlarını daha iyi anlamanızı sağlıyor hem de kendi paylaşımlarınıza renk katıyor.
Unutmayın, ne kadar doğal ve akıcı konuşursanız, o kadar çok beğeni ve etkileşim alırsınız!
İş Hayatında Profesyonel Dokunuşlar
Toplantılarda Yıldızlaşmanın Yolları
İş hayatında İngilizce kullanıyorsanız, toplantılarda ve sunumlarda kendinizi ifade etmenin ne kadar kritik olduğunu bilirsiniz. İşte bu noktada, deyimler adeta sihirli bir değnek gibi devreye giriyor.
“To get the ball rolling” ifadesi, bir süreci veya toplantıyı başlatmak anlamına gelir. Bir sunuma başlarken “Let’s get the ball rolling!” dediğinizde, hem enerjik bir başlangıç yapmış olursunuz hem de dinleyicilerinizin dikkatini çekersiniz.
Ya da “to be on the same page” deyimi, “aynı fikirde olmak” veya “anlaşmak” anlamına gelir. Bir tartışmanın sonunda “Are we all on the same page?” diye sorduğunuzda, herkesin konuyu anladığından ve aynı çizgide olduğundan emin olursunuz.
Bu ifadeler, sadece profesyonel bir imaj çizmekle kalmıyor, aynı zamanda iletişiminizi çok daha verimli hale getiriyor. Kendi deneyimlerimden biliyorum ki, bu tür deyimleri ustaca kullanan kişilere iş ortamında çok daha saygıyla yaklaşılıyor.
İş Yazışmalarında Fark Yaratmak
E-posta ve diğer iş yazışmaları, günümüz iş dünyasının olmazsa olmazı. Burada da deyimler, yazışmalarınıza daha doğal ve akıcı bir hava katabilir. Elbette her deyim her zaman uygun olmayabilir, ancak doğru yerde kullanılan bir deyim, mesajınızı güçlendirebilir.
Örneğin, “to think outside the box” ifadesi, “alışılmışın dışında düşünmek” veya “yaratıcı çözümler üretmek” anlamına gelir. Bir problem çözme toplantısından sonra ekibinize “We need to think outside the box for this challenge” diye bir e-posta gönderdiğinizde, onları yaratıcılığa teşvik etmiş olursunuz.
Ya da “to bring to the table” deyimi, bir konuya veya işe katkıda bulunmak anlamına gelir. Bir ekibinizden gelen önerileri değerlendirirken, “Sarah really brought some great ideas to the table” diyerek katkılarını takdir edebilirsiniz.
Bu tür ifadeler, iş yazışmalarınızı sadece bilgilendirici olmaktan çıkarıp, aynı zamanda daha etkileşimli ve insan odaklı hale getiriyor.
| İngilizce Deyim | Kelime Anlamı (Türkçe) | Gerçek Anlamı (Türkçe) |
|---|---|---|
| A piece of cake | Bir dilim kek | Çok kolay, çocuk oyuncağı |
| Break a leg | Bacak kırmak | Bol şanslar |
| It’s raining cats and dogs | Kedi ve köpek yağıyor | Bardaktan boşanırcasına yağmur yağıyor |
| Spill the beans | Fasulyeleri dökmek | Sırrı ifşa etmek, baklayı ağzından çıkarmak |
| Under the weather | Havanın altında | Kendini kötü hissetmek, hasta olmak |
| Hit the road | Yolu dövmek | Yola çıkmak, gitmek |
| Bite the bullet | Mermiyi ısırmak | Zor bir durumu kabullenmek, dişini sıkmak |
Duyguları İfade Etmenin En İngilizce Yolu
Sevinçten Hüzne: Duygu Deyimleri
Duygular, insan iletişiminin temelidir ve İngilizcede duyguları ifade etmenin de pek çok renkli deyimi var. Bazen kelimeler yetersiz kalır, işte o anlarda deyimler imdadımıza yetişir.
Mesela, çok mutlu olduğunuzu anlatmak için “over the moon” ifadesini kullanabilirsiniz. Kelime anlamı “ayın üzerinde” olsa da, aslında “çok sevinçli olmak” veya “etekleri zil çalmak” gibi anlamlara gelir.
Bir terfi aldığınızda veya yeni bir projeye başladığınızda bu ifadeyi kullanmak, hissettiğiniz o muazzam sevinci karşı tarafa en iyi şekilde aktarır. Diğer yandan, üzgün veya moralsiz hissettiğinizde “down in the dumps” diyerek “keyifsiz, mutsuz” olduğunuzu anlatabilirsiniz.
Benim de bazen hava kapalı olduğunda veya işler yolunda gitmediğinde bu ifadeyi kullandığım olur. Duygusal ifadeleri öğrenmek, sadece kendi hislerinizi daha iyi aktarmanızı değil, aynı zamanda başkalarının duygusal durumlarını daha derinlemesine anlamanızı da sağlar.
Bu sayede hem empati kurma beceriniz gelişir hem de sohbetleriniz daha samimi bir havaya bürünür.

Anlaşmazlıkları Çözmede Deyimlerin Gücü
Hayatın her alanında olduğu gibi, ilişkilerde veya iş ortamında anlaşmazlıklar yaşayabiliriz. Bu gibi durumlarda da İngilizce deyimler, gerilimi azaltmaya veya durumu daha iyi açıklamaya yardımcı olabilir.
Örneğin, “to clear the air” ifadesi, “ortamı yumuşatmak”, “yanlış anlaşılmaları gidermek” anlamlarına gelir. Bir tartışmadan sonra bir arkadaşınıza “Let’s clear the air” dediğinizde, konuyu konuşup aranızdaki gerilimi gidermek istediğinizi belirtirsiniz.
Bu, doğrudan bir suçlama yapmak yerine, daha yapıcı bir yaklaşım sergilemenizi sağlar. Ya da “to see eye to eye” deyimi, “aynı fikirde olmak” veya “hemfikir olmak” demektir.
Bir konuda anlaşamadığınızda “We don’t always see eye to eye, but we respect each other’s opinions” diyerek, farklılıklara rağmen karşılıklı saygıyı vurgulayabilirsiniz.
Deyimler, kelimelerin ötesinde bir anlam katmanı sunarak, hassas durumları daha nazik ve etkili bir şekilde yönetmenize olanak tanır.
İngilizce Düşünmeye Giden Yol: Atasözleri ve Hikmetler
Yaşam Dersleri Sunan Atasözleri
Atasözleri, bir dilin ve kültürün nesiller boyu aktarılan bilgelik hazinesidir. İngilizce atasözleri de tıpkı Türkçedeki gibi, hayatın farklı alanlarına dair derin dersler ve gözlemler sunar.
Örneğin, “When in Rome, do as the Romans do” atasözü, “Roma’dayken Romalılar gibi yap” anlamına gelir. Bu atasözü, yeni bir ortama veya kültüre girdiğinizde o yerin gelenek ve göreneklerine uymanın önemini vurgular.
Ben yurtdışına ilk çıktığımda bu atasözünü sık sık hatırlardım. Bilmediğim bir yerde garipsemek yerine, etrafımdaki insanları gözlemleyip onlara ayak uydurmaya çalışırdım.
Ya da “The early bird catches the worm” atasözü, “erken kalkan yol alır” anlamına gelir. Bu atasözü, işine erken başlayanların daha başarılı olacağını anlatır ve beni her zaman daha düzenli ve erken olmaya teşvik etmiştir.
Atasözleri, sadece dil öğrenmekle kalmayıp, aynı zamanda o dilin konuşulduğu toplumun değerlerini ve felsefesini de kavramanıza yardımcı olur.
Karar Anlarında Rehberiniz
Hayatta önemli kararlar almamız gereken anlar vardır ve bazen bir atasözü, bize yol gösterebilir. “Don’t put all your eggs in one basket” atasözü, “tüm yumurtalarını aynı sepete koyma” anlamına gelir.
Bu atasözü, tüm riskleri tek bir şeye bağlamamanın, farklı seçenekleri değerlendirmenin ve her zaman bir B planı bulundurmanın önemini vurgular. Ben de yeni bir işe başlarken veya önemli bir yatırım yaparken bu atasözünü aklıma getirir, riskleri çeşitlendirmeye çalışırım.
Bir diğer güzel atasözü ise “Every cloud has a silver lining”dir, yani “her işte bir hayır vardır” demektir. Kötü gibi görünen bir durumun bile aslında içinde iyi bir yan barındırabileceğini anlatır.
Zor zamanlardan geçerken bu atasözünü düşünmek, bana hep umut vermiştir. Atasözleri, sadece birer cümle olmanın ötesinde, yüzyılların birikimiyle oluşan, hayat dersleri sunan mini felsefeler gibidir.
Onları öğrenmek, hem dil becerinizi geliştirir hem de hayata bakış açınızı zenginleştirir.
Akıcılığın Sırrı: Deyimlerle Konuşmak ve Öğrenmek
Öğrenme Sürecini Eğlenceli Hale Getirmek
İngilizce deyimleri öğrenmek bazen göz korkutucu gelebilir, çünkü kelime anlamlarından tamamen farklı anlamlara gelebilirler. Ancak bu süreci eğlenceli hale getirmenin birçok yolu var.
Şahsen ben, en sevdiğim İngilizce dizileri ve filmleri izlerken karşıma çıkan deyimleri not alırdım. Bir karakter “hit the sack” dediğinde, ne anlama geldiğini merak eder, hemen araştırırdım.
“Yatağa gitmek, uyumaya gitmek” anlamına geldiğini öğrendiğimde, “Aaa, bizim dildeki ‘kafayı vurmak’ gibiymiş” diye kendi kendime gülerdim. Bu tür bağlantılar kurmak, deyimleri akılda kalıcı hale getirir.
Ayrıca, İngilizce şarkı sözlerinde de çokça deyim bulunur. Şarkıların anlamını tam olarak çözdüğümde, hem müzikten aldığım keyif artar hem de yeni deyimler öğrenmiş olurum.
Unutmayın, en etkili öğrenme yöntemlerinden biri eğlenerek öğrenmektir. Deyimleri sadece ezberlemek yerine, onları birer bulmaca gibi görüp çözmeye çalışmak, öğrenme motivasyonunuzu artıracaktır.
Kendi Deyim Hikayenizi Yaratın
Deyim öğrenmenin en etkili yollarından biri de, onları kendi hikayelerinizle birleştirmek ve günlük hayatınızda kullanmaya çalışmaktır. Diyelim ki “to bite off more than you can chew” deyimini öğrendiniz, yani “altından kalkamayacağın bir işe kalkışmak” veya “kapasitenin üzerinde sorumluluk almak” anlamına gelir.
Hemen bu deyimi kullanarak kendi başınızdan geçen bir olayı anlatın. Mesela, “Bir keresinde çok fazla projeyi aynı anda üstlenmiştim, tam anlamıyla ‘more than I could chew’ oldu!” dediğinizde, bu deyim sizin için somutlaşır ve aklınızda daha kalıcı yer eder.
Deyimleri bağlam içinde öğrenmek ve kullanmak, onların gerçek anlamını ve hangi durumlarda kullanılacağını anlamanıza yardımcı olur. Ayrıca, İngilizce konuşulan bir ortamda bulunarak deyimleri doğal bir şekilde öğrenmek de çok faydalıdır.
Ne kadar çok pratik yaparsanız, o deyimler o kadar çok sizin dilinizin bir parçası haline gelir ve kendinizi daha akıcı hissetmeye başlarsınız. Kendinize güvenin ve bu renkli dünyaya adım atmaktan çekinmeyin!
글을마치며
Sevgili dostlar, gördüğünüz gibi İngilizce deyimler ve atasözleri sadece birer kelime öbeği değil, aynı zamanda dilin kalbi, ruhu ve kültürel zenginliğidir. Bu renkli ifadeler, sadece akademik bilginizi değil, aynı zamanda günlük iletişim yeteneklerinizi de bambaşka bir seviyeye taşıyor. Kendi tecrübelerimden de yola çıkarak rahatlıkla söyleyebilirim ki, bu ifadeleri öğrenmek sadece İngilizceyi daha iyi anlamanızı sağlamakla kalmıyor, aynı zamanda o dilin konuşulduğu topluma da bir adım daha yaklaşmanızı sağlıyor. Unutmayın, dil öğrenmek bir yolculuktur ve bu yolculukta karşınıza çıkan her deyim, sizi o dilin gerçek ustası olmaya biraz daha yaklaştırır. Vazgeçmeyin, keşfetmeye devam edin!
알a 두면 쓸모 있는 정보
1. İngilizce dizi ve film izlerken alt yazıları açıp, bilmediğiniz deyimleri not alın ve anlamlarını araştırın. Görsel ve işitsel öğrenme, akılda kalıcılığı artırır.
2. İngilizce şarkı sözlerini dikkatle inceleyin; birçok popüler şarkı, günlük hayatta kullanılan deyimlerle doludur. Şarkının hikayesiyle birlikte öğrenmek daha kolaydır.
3. Karşılaştığınız deyimleri kendi cümlelerinizde kullanarak pratik yapın. Hatta küçük hikayeler yazarak bu deyimleri bağlam içinde pekiştirin. Ben de ilk başlarda sık sık bu yöntemi kullanırdım.
4. Deyimleri birebir Türkçe’ye çevirmeye çalışmaktan kaçının. Anlamları genellikle kelime anlamlarından çok farklıdır, bu yüzden deyimin genel anlamını ve hangi durumlarda kullanıldığını öğrenmeye odaklanın.
5. Ana dili İngilizce olan kişilerle sohbet ederken cesur olun ve öğrendiğiniz deyimleri kullanmaya çalışın. Hata yapmaktan korkmayın, çünkü hatalar öğrenmenin en iyi yollarından biridir!
중요 사항 정리
İngilizce deyimler ve atasözleri, akıcı ve doğal bir konuşma için vazgeçilmezdir. Bu ifadeler, kültürel anlayışınızı derinleştirir, profesyonel ve sosyal ortamlarda kendinizi daha etkili ifade etmenizi sağlar. Öğrenme sürecini eğlenceli hale getirmek için dizi, film ve müzik gibi kaynaklardan faydalanın. En önemlisi, öğrendiklerinizi aktif olarak kullanarak dilin doğal bir parçası haline getirin ve kendinize olan güveninizi artırın.
Sıkça Sorulan Sorular (FAQ) 📖
S: İngilizce deyimler ve atasözleri neden bu kadar önemli? Yapay zeka bile bazen bunları çevirmekte zorlanıyor derken neyi kastediyorsunuz?
C: Harika bir soru! Aslında bu, İngilizce öğrenme yolculuğumuzda en kilit noktalardan biri. Düşünsenize, bir kelimenin sözlük anlamını bilmek o kelimeyi anlamak demektir.
Ama bir deyim, kelimelerin bir araya gelerek bambaşka, çoğu zaman mecazi bir anlam kazanmasıdır. Mesela “It’s raining cats and dogs” dediğinizde, kedi ve köpeklerin gökten yağdığını değil, sağanak bir yağmur yağdığını anlarsınız.
İşte bu yüzden önemli: Dilin ruhunu, o dilin konuşulduğu kültürün inceliklerini anlamanıza yardımcı oluyorlar. Yapay zeka ise şimdilik çoğunlukla kelimelerin birebir çevirisi üzerine kurulu.
Yani bir cümleyi yapay zekaya verdiğinizde, genellikle kelimelerin tek tek anlamlarını bir araya getirip mantıklı bir cümle kurmaya çalışır. Ama deyimler bu mantığın dışındadır; kültürel birikim, tarih ve ortak deneyimlerle oluşmuşlardır.
Ben de ilk öğrendiğimde “Her kelimeyi anlıyorum ama cümle benden bir şeyler saklıyor gibi” hissederdim. Bu, sadece bir çeviri meselesi değil, aynı zamanda o dili “hissetmekle” ilgili bir durum.
Deyimler ve atasözleri, sizi İngilizce konuşan birinin düşünce dünyasına, esprili anlayışına ve gündelik yaşamına direkt bağlıyor. Bu sayede sadece konuşmuyorsunuz, aynı zamanda kültürü de soluyorsunuz.
Bu da size inanılmaz bir akıcılık ve doğallık katıyor.
S: Peki, bu kadar karmaşık gibi görünen deyimleri ve atasözlerini etkili bir şekilde öğrenmek için sizin uyguladığınız ya da tavsiye ettiğiniz yöntemler nelerdir?
C: İşte tam da benim ilk başlarda en çok kafa yorduğum konu buydu! O kadar çok deyim var ki, hangisine baksam bir diğeri aklımdan uçup gidiyordu. Benim için en işe yarayan yöntemlerden biri, onları bağlam içinde öğrenmek oldu.
Yani sadece deyimin ne anlama geldiğini değil, hangi durumlarda kullanıldığını ve genellikle hangi kelimelerle birlikte geçtiğini not almak çok önemliydi.
Mesela “break a leg”in sahneye çıkan birine “bol şans” dilemek için kullanıldığını öğrendiğimde, bu bilgiyi bir film sahnesiyle veya gerçek hayatta nasıl kullanıldığına dair bir örnekle pekiştirdim.
İkinci olarak, bol bol maruz kalmak! İngilizce diziler, filmler izlerken veya podcast dinlerken, duyduğum deyimleri hemen not alıp sonrasında araştırmaya başladım.
Bir süre sonra fark ettim ki, bunları doğal bir akış içinde dinlemek, anlamlarını daha kolay kavramamı sağlıyor. Üçüncüsü, kendime küçük defterler hazırlayıp her sayfaya bir deyim ve onunla ilgili kısa bir hikaye veya cümle yazıyordum.
Sanki günlük tutar gibi… Bu, hem kalıcılığını artırıyor hem de yazarak öğrenme hissi veriyordu. Unutmayın, önemli olan ezberlemek değil, anlamak ve kendi cümlelerinizde kullanmaya başlamak!
Benim de bu sayede, ‘speaking in tongues’ gibi hissetmeden, daha kendinden emin konuşmaya başladığımı hatırlıyorum.
S: İngilizce deyim ve atasözlerini öğrenmek, gerçek hayattaki iletişimime ve kendime olan güvenime somut olarak nasıl katkı sağlar?
C: Ah, bu sorunun cevabı benim için tam bir dönüm noktası oldu! İlk başta sadece “öğrenmem gerekiyor” diye bakarken, zamanla ne kadar büyük bir fark yarattığını bizzat deneyimledim.
Birincisi, ana dili İngilizce olan insanlarla sohbet ederken kendinizi çok daha “onlardan biri” gibi hissediyorsunuz. Çünkü onlar günlük konuşmalarında bu deyimleri sıkça kullanıyorlar.
Siz de bunları anladığınızda veya yerinde kullandığınızda, sohbetin kalitesi anında artıyor. Sanki aranızda gizli bir şifre çözülüyor gibi! Benim iş görüşmelerimde veya yabancı arkadaşlarımla konuşurken, doğru bir deyimi kullandığımda karşımdakilerin yüzündeki o samimi gülümsemeyi ve “evet, bu kişi gerçekten dili biliyor” bakışını unutamam.
İkincisi, mizahı ve nüansı daha iyi yakalıyorsunuz. İngilizce mizahın çoğu zaman deyimler veya kelime oyunları üzerine kurulduğunu fark ettim. Bu incelikleri anladıkça, filmleri, stand-up gösterilerini veya gündelik şakaları çok daha keyifle izlemeye başladım.
Üçüncüsü ve belki de en önemlisi, kendinize olan güveniniz katlanarak artıyor. Sadece kelimeleri çevirmek yerine, dilin kültürel derinliğine de hakim olduğunuzu bilmek, size inanılmaz bir özgüven veriyor.
Bu sayede daha akıcı, daha doğal ve daha etkileyici bir iletişim kurmaya başlıyorsunuz. Ben de bu sayede sadece “konuşabiliyorum” demekten öte, “iletişim kurabiliyorum ve karşımdakini anlayabiliyorum” noktasına geldim.
Bu his, paha biçilmez!






